2 Mart 2012 Cuma

Karanlık


Zil çalmadan uyandı yine, sekize yedi vardı. Saati hep sekize kuruyor, çalmadan da uyanıyordu, "aynı babam gibi", diye düşündü. Yatağından doğruldu, astigmatlı gözlerini kısarak sokak lambasından gelen ışığa baktı. Aralık perdeyi kapattı ve etajerin üstünden aldığı gözlüğünü taktı. Babasının "büyüyünce de giyer" demesiyle seçilen geniş saydam çerçeveli gözlük artık yüzüne tam oturuyordu. İstese daha iyisini seçemezdi şimdi, hâlbuki o gün nasıl da üzülmüştü. Gözlerini yere çevirdiğinde, bembeyaz ayaklarını gördü, kirliydi, duşa girdi.

Aynada mavi gözlerine bakarken beyaz saçlarını geriye taradı. Alnı geniş değildi, ince burnu zayıf, uzun yüzüne tam oturuyordu. Hafif pembe yanakları, aynı renkteki ince dudaklarıyla uyumluydu. Pembe derisinin altında kemikleri rahatlıkla sayılabiliyordu. Zayıf elleri kırılacak gibiydi. "Ağabeyin gibi spor yapsan biraz" derdi babası, ama üstelemezdi. Küçükken güneş batar batmaz sokağa fırlar, son çocuk da evine gidene dek kalan ağabeyiyle oynardı.

Konuşmayı sevmezdi ama tek başınayken mırıldanırdı. Müzik setinin açma düğmesine bastı. "Güne başlamak için en iyisi, Salif Keita, başka kim olabilir ki zaten?", diye düşündü. Kahverengi üniformasını giyerken, kahvesini yudumladı. Annelerin "çocuklar kahve içmez, kararır" sözünü hatırlayarak gülümsedi. Evden çıkarken, tezgâhının başındaki Kasap Cevdet elindeki satırı imalı bir şekilde sallayarak onu selamladı; mutluydu, geceleri mutluydu.

İnsanların evlerine çekilmeye başladığı Yerdenay Sokağı'nın başındaydı şimdi. Düdüğünü öttürdü, mesai başlamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder